Vakti Cumanız Mübarek Ola | Vakti Cumanız Mübarek Ola

Vakti Cumanız Mübarek Ola

VAKTİ CUMANIZ MÜBAREK OLA

 
Bu mesajda, Hicret kavramını İslâm’ın siyasal düzen hedefiyle özdeşleştirerek, Müslümanların “şirk temelli” idare edilen ülkelerde yaşamasını yasaklayan kesin bir hüküm ileri sürüyor. 
Bu hükmün arka planı, dinî ve siyasal meşruiyeti tek bir çizgide birleştiren keskin bir yorumla kuruluyor; böylece İslâm’ın idealleştirilmiş toplum tasvirinin ancak belirli bir siyasal formda gerçekleşebileceği varsayılıyor. Oysa klasik fıkıh literatürü, zulüm ve ibadet özgürlüğü bağlamında hicreti zorunlu kılan durumları ayrıntılı şartlara bağlamış, darü’l-İslâm ile darü’l-harb ikiliğinin ötesinde darü’s-sulh, darü’l-‘ahd gibi ara kategoriler geliştirerek farklı yönetim biçimlerine uyarlanabilir esnek bir yaklaşım üretmiştir. Günümüz fakihleri ise vatandaşlık sözleşmesi ve temel hakların korunması ilkelerini esas alarak, çok hukuklu modern devlet düzeninde gayrimüslim çoğunluklu ülkelerde kalmayı meşru gören görüşler ortaya koymaktadır.
Mesajda yer alan “Peygamber yasaklamıştır” ifadesi herhangi bir kaynağa atıf yapmaksızın sunulduğundan, hükmün bağlamsal niteliği muğlaktır. Klasik kaynaklar incelendiğinde, Mekke döneminde baskı altındaki Müslümanlar için göçün zorunlu kılındığı, Medine döneminden sonra ise bu evrensel zorunluluğun, ibadet özgürlüğü ve can güvenliği bulunan beldelerde ortadan kalktığı görülür. Hanefî geleneği dahil pek çok mezhep, zulmün fiilen bulunmadığı ortamlarda hicreti farz kabul etmemiştir. Dolayısıyla mesajdaki genelleme, hem tarihsel bağlamı hem de farklı içtihadları yok sayarak tek bir görüşü mutlaklaştırmakta, böylece otoriteye dayalı mutlak bir hüküm algısı inşa çabası gütmektedir.
Mesajdaki argümanın söylemsel yapısında, adalet, liyakat ve hukuk üstünlüğü gibi evrensel değerler sadece “İslâmî siyaset” ile özdeşleştirilirken, bu değerleri hedefleyen anayasal ya da seküler devlet modelleri bütünüyle göz ardı edilmektedir. Bu durum, gerçeklikte çoklu yollarla sağlanabilen ortak insani hedeflerin tek bir siyasal forma indirgenmesi anlamına gelir. Ayrıca darü’l-İslâm ve “şirk ülkesi” şeklindeki ikili karşıtlık, modern ulus-devletlerin çoğulcu yapısını ve Müslüman azınlıkların yaşadığı geniş coğrafyaları açıklamakta yetersiz kalır. Çağdaş “azınlık fıkhı” literatürü, Müslümanların gayrimüslim çoğunluklu ülkelerde din özgürlüğü, sosyal katılım ve davet faaliyetleri yoluyla aktif bir varlık gösterebileceğini güçlü biçimde savunur.
Mesaj ayrıca metodolojik açıdan da sorunludur; çünkü hadlerin tatbiki veya siyasî tevhid gibi kavramlar mutlak gereklilik olarak sunulurken, İslâm hukukunun temel amaçları arasında öncelikli sayılan can, mal ve inanç güvenliği gibi zarûrîyat ilkelerinin hiyerarşik konumu ihmal edilmiştir. Bunun sonucunda maslahat teorisinin sunduğu esneklik devre dışı kalmakta, niceliksel ve niteliksel şartlara bağlı değişken hükümler statik birer dogma hâline getirilmektedir. Böyle bir mesaj, okuyucunun farklı fakihlerin, modern siyaset bilimcilerin ve tarihçilerin geliştirdiği alternatif yorumları tanımasını engelleyerek ikna gücünü retoriğe dayalı bir kesinlik illüzyonuyla sağlamaya çalışır.
Sonuç olarak, mesaj dinî kaynakların tamamlayıcı çeşitliliği ve tarihsel bağlamını ihmal ederek seçmeci bir anlatı oluşturmakta; mutlak emir tarzındaki yorumuyla hem klasik içtihad farklılıklarını hem de çağdaş çoğulcu yaklaşımları görünmez kılmakta, böylece dinî argümanı siyasallaştıran tek boyutlu bir söylem inşa etmektedir. İlgili fıkhî literatür incelendiğinde, hicretin zorunluluk kriterlerinin bağlama, zulüm düzeyine ve ibadet özgürlüğüne göre belirlendiği; “şirk temelli siyasal kimlik” ifadesinin ise yorum ve bağlamdan bağımsız mutlak bir yasak oluşturmadığı açıkça ortaya çıkar. Bu nedenle mesajda sunulan hükmün hem tarihsel-fıkhî geçerliliği hem de çağdaş çok dinli-dilli toplum yapıları içindeki uygulanabilirliği tartışmalıdır.